Edebiyat ve mekânlar… Her ikisi de adeta saplantılı olduğumuz konular. Bir de bu ikisi yan yana gelince, okuduğumuz ve içselleştirdiğimiz satırlara ilham olan mekânları görme isteğiyle dolup taşıyoruz. Belki bilmeden önünden geçtiğimiz, belki de hayatımıza dokunan bir cümlenin yazıldığı masada bilmeden oturduğumuz o yerleri meraklılarına da aktaralım istedik. Büyük yazarların düşlerini kağıda döktüğü, tartıştığı, hüzünlendiği, hatta bazen de yeni bir başlangıç yaptıkları mekânlara doğru yolculuğumuzu başlatıyoruz!
Sait Faik’in karşı masasında otururken o anda yazdığı öyküsüne konu olmak, Mina Urgan’la Lambo’da bir kadeh tokuşturmak… Bir zaman makinemiz olsa aşağıdaki mekânlardan hangisine hangi zamanda gitmek isterdik karar veremiyoruz.
Ernest Hemingway – Orient Bar, Pera Palas

Dünyaca ünlü yazar Ernest Hemingway, 1920’li yıllarda Toronto Daily Star muhabiri olarak çalışıyordu. İşi nedeniyle İstanbul’a geldiğinde Pera Palas Otel’de konakladığı biliniyor. Üstelik o dönemde en çok vakit geçirdiği yerlerden biri otelin barı; Orient.
Kim bilir, belki de Orient Bar’ın loş ışıkları altında içkisini yudumlarken bir yandan kaleme alacağı hikâyeleri düşünüyordu.
F.M. Dostoyevski – Literaturnoe Kafe

Literaturnoe Kafe, Saint Petersburg’un ünlü Nevski Bulvarı’nda yer alan bir restoran. Bu mekânı aynı zamanda Rus edebiyatının unutulmaz anlarına tanıklık etmiş bir edebi buluşma noktası olarak da tanımlayabiliriz.
19. yüzyılda Puşkin, Lermontov ve elbette Dostoyevski gibi büyük yazarların uğrak yeri olan Literaturnoe; edebi sohbetlerin, felsefi tartışmaların ve derin düşüncelerin yuvası olmuş. Dostoyevski’nin dönüm noktalarından biri olan 1840 yılında sosyalist Mikhail Petrashevsky ile tanışması da burada gerçekleşti.
Bugün de geleneksel çay servisinin yapıldığı bu tarihi mekânda, geçmişin izlerini sürmek ve Dostoyevski’nin ayak izlerini takip etmek mümkün.
Yaşar Kemal – Papirüs

Beyoğlu’nun entelektüel ruhunu yansıtan Papirüs, 1972’de açıldı ve 1977’deki yangının ardından Ayhan Işık Sokak’ta yeniden hayat buldu.
İngiliz publarını andıran dekoru, duvarlarını süsleyen afişleri ve edebiyat dolu sohbetleriyle kısa sürede yazarların, sinemacıların ve tiyatrocuların uğrak yeri oldu.
Yaşar Kemal’in müdavimi olduğu bu mekânda Cemal Süreya ve Selim İleri gibi isimler edebiyatın sınırlarını zorlayan sohbetler gerçekleştirdi. Öyle ki Papirüs, atmosferiyle Şehnaz Tango dizisine lham oldu.
Jack Kerouac – Vesuvio Cafe

San Francisco’nun ruhunu yansıtan Vesuvio Cafe özellikle Beat Kuşağı yazarlarının uğrak yerlerinden biriydi. Jack Kerouac, Allen Ginsberg, Lawrence Ferlinghetti ve Neal Cassady gibi isimler burada saatlerce edebiyat ve hayat üzerine sohbet etti. Günümüzde halen aynı konseptte hizmet vermeye devam ediyor.
Nazım Hikmet – Cafe Slavia

Prag’ın sanat ve edebiyatla iç içe geçmiş en özel mekânlarından biri olan Café Slavia, sürgün yıllarında Nazım Hikmet’in en çok vakit geçirdiği yerlerden biriydi. Vltava Nehri’ne karşı oturup şiirlerini yazdığı, dostlarıyla derin sohbetlere daldığı bu kafe; dönemin entelektüellerinin de uğrak noktasıydı.
Şairin Prag’da geçen günlerine tanıklık eden bu mekânda bugün hâlâ bir portresi asılı duruyor.
Slavya kahvesinde dostum Tavfer’le
Viltava suyuna karşı oturup
Tatlı tatlı yarenliği severim.
Hele sabahları hele baharda.
Hele sabahları hele baharda
Konuşurken dalar dalar gideriz,
Bir yitirir, bir buluruz birbirimizi
Nâzım Hikmet
26 Nisan 1958, Prag
Albert Camus – Les Deux Magots

Les Deux Magots, bir dönemin düşünsel ve sanatsal nabzının attığı bir merkezdi. Sartre ve Simone de Beauvoir’ın felsefi tartışmalar yürüttüğü, Hemingway’in satırlarını şekillendirdiği bu tarihi mekân, Albert Camus’nün de sıkça uğradığı yerlerden biriydi.

Egzistansiyalizmin ve absürd felsefenin güçlü kalemi olan Camus burada eserleri üzerine düşünüp dostlarıyla fikir alışverişinde bulunurdu. 1933’ten beri verilen Deux Magots Edebiyat Ödülü de kafenin geleneğini yaşatmaya devam ediyor
Leyla Erbil, Mina Urgan – Lambo’nun Meyhanesi


Nevizade’nin unutulmaz adreslerinden biri olan Lambo’nun Meyhanesi, edebiyat dünyasında “Alaylılar Akademisi” olarak anılırdı. Orhan Veli’nin keşfettiği bu küçük ve samimi mekân, Leyla Erbil, Mina Urgan, Leyla Umar ve Güner Kuban gibi edebiyatçı kadınların sıkça buluştuğu yerlerden biriydi.
Burada para yerine şiir geçen bir veresiye defteri bile vardı; Mösyö Lambo, borç yerine müdavimlerinden bir dize ya da anlamlı bir söz bırakmalarını isterdi.
Ne yazık ki, komünist olduğu gerekçesiyle meyhanesi kapatıldığında ayakkabı dükkânı açmak zorunda kaldı. Ancak onu tanıyanlar, tezgâhın arkasında Rus klasiklerine gömülmüş haliyle hatırlamaya devam etti.
Sait Faik Abasıyanık – Kör Agop

Sait Faik dendiğinde birçoğumuzun aklına Burgazada geliyor elbette. (Sait Faik’in Burgazada’sı hakkında yoğun hislerimizi bir başka yazıda aktaracağız). Ancak usta hikayecinin edebiyatında deniz ve balıkçılar kadar, Kumkapı ve Beyoğlu sokakları da yer tutuyor. Kumkapı’nın en eski meyhanelerinden biri olan Kör Agop da Sait Faik’in dostlarıyla paylaştığı anılar tanıklık eden bir mêkan.
Özdemir Asaf, Sait Faik’in Kişiliği ve Son Günleri adlı yazısında Kör Agop’tan şöyle bahseder:
“Bir gün baktım, elinde Georges Simenon’un L’Homme qui regardait passer les trains romanı var. Hayrola, dedim Lautréamont’un pabucu dama mı atıldı? Lautréamont en sevdiği yazarlardan biriydi. Öyle severdi. Eline nereden geçmişse, Simenon’u okumuş, beğenmiş. Çok iyi yazar, dedi. Benim Simenon’u beğendiğimi bilirdi. Kumkapı’ya indik, Kör Agop’ta oturduk.
Ben bu kitabı çevireceğim, dedi. Destekledim. Aradan çok bir zaman geçmedi, baktım çeviri bitmiş. Onun öyle uzun uzadıya masa başında oturup çeviri yapmayacağını çok iyi biliyordum, şaşırdım. Dedi ki, gülümseyerek: “O kadar çok sevdim ki, tuttum bir forma kadar okudum, başladım yazmaya. Baktım, üç dört formalık yazı yazmışım. Biraz daha okudum, gene devam ettim. Atlaya-atlaya biraz daha da okudum ve yazdım. Kitap bitti.“
Orhan Pamuk – Nişantaşı, Beyoğlu…

Orhan Pamuk severler bilir ki yazarın edebi dünyasında Nişantaşı’nın özel bir yeri var. Eserlerinde sıkça gördüğümüz, çocukluğunu geçirdiği Pamuk Apartmanı da Nişantaşı Teşvikiye caddesinde yer alıyor.
Eski İstanbul’un izlerini taşıyan bu semtte, artık var olmayan Konak Sineması da Masumiyet Müzesi’nde karşımıza çıkmıştı. Masumiyet Müzesi demişken Çukurcuma sokaklarına değinmeden geçemeyeceğiz. Galiba böyle olmayacak, Orhan Pamuk ve İstanbul için ayrı bir sayfa açmamız gerek!