İzmir Devlet Tiyatroları: Yalancının Resmi ve İsteyerek İnandığımız Yalancı Yabancılar

0
Paylaş

İzmir için tiyatro vakti geldi çattı. Eylül ayının yeni başlangıçları, sonbahara atılan adımların hafif çileyen sesi benim için tiyatroları daha bir anlamlı kılar. Sezon başlar başlamaz bu ruha sıkı sıkı sarınmak için bilet ararım. Kırmızı kadife perdeler bende bu yıl ‘’Yalancının Resmi’’ ile açıldı.

yalancının resmi

Yalancı Sonbahar

Fatih Özyiğit ve Güldeniz Türküstün, 1 perdelik bu oyunda 1 saat 25 dakika boyunca oyunculuk dersi mi veriyor bilmem ama izleyicisini bir sonbahar hikayesinin içine çekiyor. Oyunun hikayesini yönetmen Serkan Budak’ın tanıtım yazısında belirttiği ve devlet tiyatrolarının resmî sitesinde olduğu gibi aktarıyorum:

‘’Bir sonbahar günü parkta tanışan bir kadın ve bir erkek…

Adamın başlattığı sohbet, kitap sayfaları arasında kaybolmak isteyen kadına ulaşabilecek midir? Nazım Hikmet’ten Pablo Picasso’ya, Yuri Gagarin’den Luciano Pavarotti’ye, Albert Einstein’dan Orhan Veli’ye uzanan renkli bir yelpaze…

Anlatılanların hangisi yalan, hangisi gerçek önemli midir?

Peki beraberce kurdukları ve eğlendikleri bu oyun, yalnız dünyalarından kurtulmak için yeterli midir?’’

Oyun boyunca düşünebildiğim tek şey Güldeniz Türküstün’ün sesi ve sesinin tonunu ayarlayışı oldu. Tüm o tiyatroya özgü ton ayarlamasının arkasında bambaşka bir şey vardı onda. Siren efsanesini bilir misiniz? Sirenler, Yunan mitolojisinde Sirenum scopuli denen bir adada yaşadıklarına inanılan deniz yaratıklarıdır. Sesleri öyle büyülüdür ki denizciler bu şarkılardan büyülenip gemilerini kayalıklara sürerek sirenlere yem olurlar. Türküstün’ün sesi böyle tam da böyle bir etki bırakıyor. Oyundan çıktıktan sonra fark ettim ki, geçtiğimiz sezon bilet bulamadığım için gitmekten vazgeçtiğim ‘’Bir Düş Gibi (Cahide Sonku)’’ oyununda Cahide’ye hayat veriyormuş kendisi. Ne büyük ayıp benimki.

Tiyatro biraz da mübalağadır. Büyük çıkışlar ve yine büyük sessizliklerdir. Fatih Özyiğit bu büyük anların hiçbirinde abartıya sığınmıyor. Sessizlikleri de yüksek tonları da sizi hikayenin içinden bir an olsun çıkarıp bu bir tiyatro dedirtmiyor. Aksine, gerçeğe o kadar yakında tutuyor ki bazen gözleriniz en tanıdık misafirinize ev sahipliği yapıyor.

Alkışları hak eden isimler arasında canlı orkestra ile bizleri mest eden Özlem Sağlam (solist), Merve Onkar (keman), Mete Çalışkan (kontrabas), Emre Deniz (çello) ve İlhan Deniz Kuruoğlu (piyano) vardı. Nazım Hikmet’in ‘’Anlatamıyorum’’ şiiri, onların elinde nefis bir ezgiye dönüştü.

Ansızın tanışmaların iç ısıtan bir özelliği vardır. Adam ve kadın tam da böyle, ansızın tanıştı. Adam bir hikaye anlatıcısıydı. Kadın ise eşini kaybettikten sonra gömüldüğü kitaplardan ibaretti. Ne kuşu vardı evinde ne de kedisi.

Adam anlattı, kadın dinledi. Sonra kadın anlattı, adam dinlemiyormuş gibi yaptı. Bir kulağı hep ondaydı aslında. Aylarca ortadan kaybolduktan sonra tekrar o parka gitmesi, yine onu görmek istemesindendi. Ne yalan ne gerçek fark eder miydi bu saatten sonra? Böyle demişti kadın. Yalandı, biliyordu. Ama adam ne kadar da güzel anlatıyordu. Hep anlatsın, o da hep dinlesindi.

Yalanlardan bir oyun kuran bu ikili, izleyicisine biraz da kendi inanmak istediği yalanları hatırlatıyor. Çünkü bazı yabancılar, sadece bir hikaye kadar uzak – ve bazen inanmak, bilmekten daha güzel.

İlgili Yazılar
Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir