Sanat Dünyasının Ünlü Aşıkları

0
Paylaş

Sahne ışıkları altında başarılarıyla büyüleyen, kameraların önünde hikâyeleriyle ilham veren sanatçıların takdir edersiniz ki kendi özel hayatları da bir o kadar merak uyandırıcı. İlhamını hangi duygulardan aldığını merak ettiğimiz ve tanımak istediğimiz isimleri düşündük. Bunun sonucunda aşk hayatlarını gözler önünde yaşayan ünlü çiftlerimizi mercek altına almaya karar verdik. Dilerseniz sanatın içinde filizlenip efsaneye dönüşen aşk hikâyelerine birlikte göz atalım.

Jean-Paul Sartre & Simone de Beauvoir

1929’da Sorbonne’da tanıştıklarında yalnızca Fransız felsefesine değil, aşkın tanımına da yeni bir yön vereceklerinden haberleri yoktu. Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir, klasik ilişki kalıplarını reddederek “açık ilişki” olarak tanımladıkları, özgürlük temelli bir bağ kurdular. Onlarınki alışılmışın çok dışında, evlilikten ve klasik sadakat anlayışından uzak, kendi kurallarını koydukları bir bağ idi.

Beauvoir, feminizmin temel taşlarından biri olan İkinci Cins adlı eserini kaleme alırken Sartre ile olan karmaşık ve derin ilişkisinden fazlasıyla ilham aldı. Birbirlerini sık sık eleştirseler de fikir dünyalarının kesiştiği yerler ortaklıklarını besledi. Bu sıra dışı birliktelik bugün bile hâlâ tartışmalara konu.

Sartre’ın ölümünden sonra, Beauvoir onun mezarına bakan bir evde yaşamayı seçti. Ayrı ayrı doğan iki özgür ruh, Paris’teki Montparnasse Mezarlığı’nda aynı toprağın içinde yan yana dinleniyor. Ve arkalarında sadece kitaplar ve fikirler değil, belki de hiçbir zaman tam olarak çözülemeyecek bir aşk hikâyesi bıraktılar.

Lee Miller & Man Ray

1929’da Paris’e gelen Lee Miller sanatçı olma hayaliyle birlikte kendi kimliğini bulma arayışını da getirmişti. New York’ta başarılı bir model olarak tanınmasına rağmen, sadece güzel bir yüz olarak görülmekten epey yorulmuştu. 

Paris’te karşılaştığı Man Ray’e asistanı olmak istediğini söylediğinde aldığı ret cevabına rağmen pes etmedi. Belli bir zaman sonra Ray’in atölyesinde çalışmaya başladı, onunla birlikte fotoğrafçılıkta kendini geliştirdi, hatta birlikte solarizasyon tekniğini keşfettiler. Aralarındaki profesyonel ilişkinin tutkulu bir aşka dönüşmesi de pek zaman almadı.

İkili, birlikte hem üretmenin hem de sevmenin sınırlarında dolaştı. Man Ray, Miller’ı ilham kaynağı olarak görürken, Miller kendi sanatsal kimliğini Ray’in gölgesinde bulmaya çalıştı. Ancak bu ilişki yaratıcılığın verdiği ilham kadar kıskançlık, bağımlılık ve özgürlük arzusuyla da yoğruldu. 

Ayrılık sonrası Ray’in Miller’ın dudaklarını betimlediği efsanevi “The Lovers” tablosu, bu tutkulu birlikteliğin izlerini kanıtlar nitelikte.

Diego Rivera & Frida Kahlo

Bir aşkın kuvveti hem yaratıcı hem de bu denli yıkıcı olabilir mi? Söz konusu Frida Kahlo ve Diego Rivera’nın aşkıysa: evet. Frida Kahlo ve Diego Rivera farklı karakterlere, ayrı tekniklere ve bambaşka geçmişlere sahip olsalar da aralarındaki bağ kopmaz bir tutkuya dönüşmüştü. 

Frida, Diego’yu gördüğü ilk anda ona vurulmuştu. Yaş farkları, Diego’nun çalkantılı geçmişi, sadakatsizlikleri ve hatta Frida’nın geçirdiği feci kazanın ardından ömrü boyunca yaşadığı fiziksel acılar bile bu ilişkinin önüne geçemedi. Tüm kırgınlık ve çatışmalara rağmen 1929’da başlayan evlilikleri bir boşanma ve ardından yeniden nikâhla devam etti.

Frida Kahlo ve Diego Rivera’nın birlikteliği “iki sanatçının aşkı” tabirinden çok, onların eserlerinde yankılanan bir duygular silsilesi olarak tanımlanabilir. Frida, acılarını, kırgınlıklarını ve Diego’ya duyduğu derin aşkı tuvallerine tüm hislerini yansıtarak işliyordu.

“…bunlardan sadece bir tanesi senden vazgeçmem için yeterli değildi, çünkü sevgim yüceydi.
Ama hepsini düşündüğümde senin benden çoktan vazgeçtiğini anladım.
Bu yüzden ben de senden vazgeçtim.”

Pablo Picasso & Dora Maar

Sanat tarihinin en fırtınalı aşklarından biri de Pablo Picasso ve Dora Maar arasında yaşandı. 1935’te şair Paul Éluard aracılığıyla tanışan bu ikili, zamanla hem duygusal hem de sanatsal bir bağ kurdu. Fotoğrafçı ve sürrealist sanatçı Dora, Picasso’nun karizmasına kapılarak hayatının merkezine onu yerleştirdi. 

Ressamın atölyesinde geçirdiği yıllar boyunca hem yaratım süreçlerine tanıklık etti hem de kendi sanat yolculuğunu farklı bir yöne evirdi. Ancak bu ilişkinin başından itibaren dengesiz bir güç mücadelesinin ve yoğun duyguların gölgesinde ilerlediğinden habersizdi.

Picasso’nun duygusal manipülasyonları ve kadınlara karşı acımasız tutumu, Dora Maar’ın psikolojisinde derin izler bıraktı. Bu hüzünlü yüzün “Ağlayan Kadın” tablosuna ilham vermesi de kaçınılmaz olmuştu. 

Dokuz yıl süren ilişkileri boyunca Dora, Pablo Picasso için hem ilham perisi hem de acının taşıyıcısı oldu. Picasso’nun başka kadınlarla olan ilişkileri onu giderek yalnızlaştırdı. Ayrılığın ardından Dora, toplumdan uzaklaşıp dini inançlara yöneldi ve hayatının geri kalanını sessizlik içinde geçirdi. Bu fırtınalı aşktan geriye kalan ise ölümsüz eserler oldu.

Afife Jale & Selahattin Pınar

Türk sanat müziğinin unutulmaz bestecilerinden Selahattin Pınar, sahneye çıkan ilk Müslüman kadın tiyatro sanatçısı Afife Jale… İşte hüzünle örülü bir destan. Selahattin Pınar, ailesinin tüm karşı çıkışlarına rağmen müziğe yönelmiş, hayatını tambura ve bestelerine adamış bir sanatçı.

Evini terkederken babasına “Bir gün seni benim adımla anacaklar.” diyecek kadar da inançlı. Afife ise tiyatro sahnelerinde var olabilmek için ailesini ve toplumun baskılarını karşısına almış cesur bir kadın. Her ikisi de kendi tutkuları uğruna yalnız kalsa da yaralı ruhlar olarak yolları kesişti.

Afife ile Selahattin’in aşkı, bir konser günü başlayan ve kısa sürede evliliğe dönüşen tutkulu bir bağa dönüştü. Ancak Afife’nin derinleşen bağımlılığı ve yaşadığı psikolojik zorluklar, bu güzel aşkın gölgesinde kalan büyük bir yıkımı da beraberinde getirdi. Afife Jale, Selahattin’i de bu karanlığa sürüklememek için ondan uzaklaştı. Ayrılsalar da aşkları hep orada kaldı. Pınar’ın bestelediği “Bir Bahar Akşamı” ve “Hatıralar” gibi eserleri de bu sevdayı aklımıza kazıdı.

“Anladım sevmeyeceksin sen beni nazlı çiçek.”

Afife Jale, ömrünün son yıllarını yoksulluk içinde geçirirken Selahattin Pınar acısını şarkılara döktü. Afife Jale’nin vefatının ardından onun yokluğuyla baş edemeyen Pınar, kendini alkole verdi. 6 Şubat 1960’ta Kadıköy’de bir lokantada yemek yerken geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.

Tomris Uyar & Turgut Uyar

Türk edebiyatının en özel birlikteliklerinden biri kuşkusuz Tomris ve Turgut Uyar çiftine ait. Şiir yazmaktan uzaklaştığı bir dönemde Tomris’le tanışan Turgut Uyar, onunla birlikte hem hayata hem de şiire yeniden bağlandı. Aralarındaki bağ ilk olarak mektuplarla gelişti; edebiyattan beslenen bu yazışmalar zamanla derin bir aşka dönüştü. 

1969’da evlendiler ve Hayri Turgut adını verdikleri bir oğulları oldu. Söylenenlere ve görülene göre Tomris Uyar, Turgut Uyar’ın tam anlamıyla esin kaynağı oldu.

Tomris Uyar yalnızca Turgut’un değil, dönemin birçok önemli şairinin gönlünü çelmişti. Cemal Süreya ile yaşadığı tutkulu ilişki, Ülkü Tamer’le olan evliliği sırasında başlamış; Edip Cansever ise ona duyduğu karşılıksız aşkla bilinir hale gelmişti. Ancak bu isimler arasında en uzun soluklu ilişkisi Turgut Uyar’la oldu. Çiftin birlikteliği Turgut Uyar’ın 1985 yılında vefat etmesiyle son buldu.

denizi ve ormanı, açlığı ve başkaldırmayı ayırmadın
bırakılmış bir köşebaşının en güzel tanımıdır adın
seversin diye söylerim her şeyi, sana uygun olsun
çünkü her şeyin birbirine uygununu sen bulursun
gel ellerini ver en güzel ellerini öyle
ruhum, ateş yüreğim, kokum, birlikte öyle

Sadri Alışık & Çolpan İlhan

Tiyatro aşkıyla İzmir’den İstanbul’a gelen genç Çolpan İlhan’ın yolu, dönemin en gözde oyuncularından Sadri Alışık’la kesiştiğinde, ikisinin de hayatı bambaşka bir yöne evrilecekti. İlk karşılaşmaları pek de romantik sayılmazdı. Sadri Alışık’ın sahne arkasındaki alaycı tavırlarına yalnızca tebessümle karşılık veren Çolpan İlhan -aynı zamanda Atilla İlhan’ın kız kardeşidir- , zamanla bu haylaz aktörle sahne arkadaşlığına ve ardından bir dostluğa adım attı. Fakat “Yalnızlar Rıhtımı” filmiyle birlikte aralarındaki bağın adı artık aşka dönüşmüştü.

O dönemde her iki tarafın da farklı ilişkileri vardı ama duygulara karşı koyabilmek mümkün olmadı. Çolpan İlhan, Sadri Alışık’ın hayatının aşkı olduğuna inandı ve o dönemde nişanlı olduğu Fikret Hakan’a dürüstçe veda etti. Bu aşk yalnızca bir dönemlik bir tutku değildi elbette. 

Sadri Alışık’ın Çolpan’a duyduğu derin sevgi, yazdığı aşk mektuplarında ve yaşamı boyunca ona duyduğu sadakatte kendini gösterdi. Onlarınki gerçek anlamda bir ömür süren aşkın, sanatla iç içe geçmiş en naif haliydi.

Sadri Alışık’ın mektuplarından bir kesit:

Neden sensiz olunca dünya kimsesiz? Neden evren boş? Eşyalar neden başıbozuk ve şahsiyetsiz? Yaşamak neden eksik? Şehirler yaşamaksız. İnsanlar kendi halinde bile değil. Yanlışlar küme küme, doğrular sensiz sensiz. O gönlünü tatmış da, uçsuz bucaksız gözleri… Bir rüzgarın peşine… Çiçek olmuş, şarkı olmuş, Kerem olmuş, ben olmuş. Sen çok yaşa canım karıcığım benim. Bu yolculuğa çıkartmakla beni, bu yaştan sonra çok şey öğrettin bana. Sana tapıyorum. Yalnız şuna inan; senin gibi bir insana, senin gibisine demiyorum. Ne duygu, ne insanlık, ne de davranış, ne de fizik olarak sana benzeyene rastlamadım. Seninle öğünüyor, sana güveniyor ve de seni çok, çok, çok çok seviyorum.

İlgili Yazılar
Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir